Kaptan Orhan Babaoğlu: 1 Temmuz – 1 Kanun, 1 bayram

Duyurular

GAÜ'DEN

Kaptan Orhan Babaoğlu: 1 Temmuz – 1 Kanun, 1 bayram

1 Temmuz – 1 Kanun, 1 Bayram

 

Aşağıdaki yazı, Girne Amerikan Üniversitesi öğretim elemanı Uzakyol Kaptanı Orhan Babaoğlu tarafından kaleme alınmıştır.


Kabotaj Kanunu Öncesi

Biz Ortaasya’dan göçen Türklerin denize alışması, denizi sevmesi ve onu bir yaşam biçimi olarak benimsemesi hiç de kolay ve hatta mümkün olmamıştır. Bu nedenledir ki, Anadolu’ya yerleşmemizden yaklaşık 500 yıl sonra, Ege adalarında adeta denizde doğmuş Türk korsanların nüvesini oluşturduğu Osmanlı donanması da, korsan devrinin sona ermesi ile bir saman alevi gibi sönüp gitmiştir.

Önde gelen toplumların gelişmesinde donanmanın ve ticaret bahriyesinin rolü her zaman büyük olmuştur. Uzak denizlere açılan denizciler, oraların kaynaklarını, kültürlerini ve becerilerini kendi ülkelerine taşıyarak toplumlarının gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Bu, sadece Osmanlı devletinde böyle olmamış, tam tersine, başka ülkelerdeki gavur adetlerini getirir ya da isyan ederler diye donanma daima bir baş belası olarak görülmüş ve hatta 2nci Abdülhamit tarafından Haliç’te çürümeye terk edilmiştir.

 Düşününüz ki, koca Osmanlı İmparatorluğu, 1nci Dünya savaşında Almanya ile taraf oluyor ve Çanakkale Boğazı’na kadar en ufak bir direnişle karşılaşmadan dayanan müttefik donanmasına karşı hilafetin başkenti İstanbul, Haliç’te o çürümeye terk edilen gemilerin topları sökülerek karadan savunmaya çalışılıyor.  Ama tarihin akışını değiştiren yine küçücük, eski ama cesur Nusrat mayın gemisi oluyor.

Çökme sürecine giren ve hemen her kurumu ile Avrupa devletlerinin oyuncağı olmuş Osmanlı devleti, borçlarını ödeyemez duruma gelince Kapitülasyonlar marifeti ile maliyesini de tamamen Avrupa’nın insafına terk etmişti. Ulu önder Mustafa Kemal’in liderliğinde büyük kurtuluş mücadelesini büyük fedakarlıklarla kazanan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk olarak el attığı konulardan biri de denizlerimizdeki hak ve menfaatlerimizin koruma altına alınması olmuştu. Bu doğrultuda, 26 Nisan 1926 yılında kabul edilen “Türkiye sahillerinde nakliyatı bahriye (Kabotaj) ve Limanlarla Kara Suları Dahilinde İcrayı Sanat ve Ticaret Hakkında Kanun” ile bu yolda ilk adım atılmıştır. Böylece kanunda yer alan, “Türkiye Limanları ve sahilleri arasında yük ve yolcu taşınması ile kılavuzluk ve römorkaj hizmetleri, Türk Vatandaşları ve Türk Bayrağı taşıyan gemilerce yapılır” hükmü gereğince daha önceden yabancılara açık olan bu faaliyetlerin, bundan böyle sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarınca yapılabilmesi esası getirilmiştir.

Bu nedenle her yıl 1 Temmuz gününü “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutluyoruz.


Denizcilik Ülküsü ve Atatürk’ün Eşsiz Dehası

Ulusunun kaderini değiştirmiş pek az lidere, Atatürk’ün eşsiz askeri dehası ve üstün devlet adamlığı vasıfları aynı anda nasip olmuştur. Osmanlı ordusunda Albay ve General rütbeleri ile başta Çanakkale olmak üzere pek çok kara savaşında adeta mucizeler yaratan ve isim yapan Mustafa Kemal, denizde çok az vakit geçirmiş olmasına rağmen denizin ve denizciliğin genç Türkiye Cumhuriyeti için ne kadar önemli olduğunu çok iyi biliyor ve bunu her fırsatta çevresindekilere aktarıyor, yazılarında ve konuşmalarında da sık sık konuya yer veriyordu. Sadece şu özlü sözü bile bize çok şey anlatıyor; “Denizciliği Türk`ün büyük ulusal ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.


Günümüzde Kabotaj – Uygulamada Karşılaşılan Aksaklıklar

Kabotaj Kanunu halen yürürlükte ve 1 Temmuz Kabotaj bayramı kağıt üstünde kutlanıyor gibi görünse de artık pek çok vatandaşımız için fazla bir şey ifade etmiyor. Bunun en önemli nedeni de henüz “denizciliği başaramamış” olmamız. Maalesef bu noktada Atatürk’ün mirasına sahip çıkılamamış ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren Türk insanında bir denizcilik bilinci oluşturulamamıştır. 

Elbette, bu alanda da Cumhuriyetin önemli kazanımları var. Örneğin, eskiden denizci zabit yetiştiren sadece İstanbul Üniversitesi ve Deniz Harp Okulu var iken şimdi aralarında Girne Amerikan Üniversitesi Denizcilik Yüksek okulunun da bulunduğu onlarca üniversitemizden her yıl yüzlerce zabit mezun oluyor. Ticaret gemilerimiz sayı ve tonaj ve yaş olarak her yıl daha iyiye gidiyor ve tüm dünya denizlerinde bayrak dalgalandırıyor. Bahriyemiz, modern gemileri, gelişmiş sistemleri ve yetenekli personeli ile dosta güven, düşmana korku salıyor. Tamamen Türk mühendis ve işçilerinin emeği ile Türk tersanelerinde yerli katkı oranı çok yüksek “Milli Gemiler” üretiliyor.

Tüm bunlar güzel gelişmeler, ancak 1926 yılında bayram ilan edilecek kadar önem verilerek çıkartılan Kabotaj kanunun ruhuna tekrar dönecek olursak, “Türkiye sahillerinde nakliyat-ı bahriye” faaliyetlerinin Türk vatandaşları tarafından yapılması öngörülüyor. Ama biz dönüp rakamlara baktığımızda, Türkiye’nin, tüm Avrupa’nın toplamından daha fazla kamyon işlettiğini görüyoruz. Gerçekten de rakamlara bile gerek yok, İstanbul’da herhangi bir çevre yoluna çıktığınızda görebilirsiniz sayı ve cesamet olarak Türkiye’de karayolu taşımacılığının geldiği noktayı.

Bunu sayılarla anlatmamız gerekirse, limanlarımızdan 2014 yılında ithalat ve ihracat kapsamında elleçlenen konteyner sayısı yaklaşık 5 milyon iken kabotaj kapsamında sadece 390.000 konteyner işlem görmüştür. Üstelik bu rakam son beş yıldır yerinde saymaktadır.

Ancak bu durumu daha da dramatik hale getiren, limanlarımız arasında yolcu taşımacılığının neredeyse hiç yapılmamasıdır. Tamam, yabancılar yaptırmıyoruz ama, gelinen noktada bizim de yapamadığımız ortada. 1926 yılından beri Türkiye’de 4-5 nesil yetişti ve yaşlandı. Hemen hiçbirimizin aile hatıralarında bir deniz yolculuğu yer almaz. İzmir’den İstanbul’a, İstanbul’dan Trabzon’a, Rize’ye gemi kalkmaz. Antalya ile Mersin arasında karadan 7-8 saatte gidilir ama bir feribotla hemen hemen aynı sürede, üstelik rahat ve güvenli gitmek düşünülmez. 

 

Sonuç – O Halde Ne Yapmalı?

Atatürk, ileri görüşlü ve vizyon sahibi bir lider olarak, bugün yapılması gerekenler hakkında bize 90 yıl önce yol göstermiştir. Bunlardan, Kabotaj haklarımızı da ilgilendiren en önemlisi, “denizciliği ulusal ülkü olarak benimsememiz ve onu az zamanda başarmamızdır.”

 

Kısaca özetlersek;

Kabotaj haklarımız özenle korunmalıdır.

Tüm çocuklarımız küçük yaştan itibaren denizle tanıştırılmalı, yelkencilik yaygınlaştırılmalı ve devlet tarafından teşvik edilmelidir. Denize kıyısı olan her okulda bir yelken kulübünün kurulması ve işletilmesi sağlanmalıdır.

Getirisi olmadığı gerekçesi ile yapılmayan limanlar arası yük ve yolcu taşımacılığı, devlet tarafından teşvik edilmeli, bu konuda gerekli kanuni düzenlemeler yapılmalı ve hem pahalı ve hem de çevreye zararlı karayolu taşımacılığından süratle vazgeçilmelidir.

Deniz okullarımızdan her yıl yüzlercesi mezun olan pırıl pırıl gençlerimize istihdam olanakları yaratacak şekilde kabotaj hakları kapsamında yeni düzenlemeler yapılmalıdır..

İleri teknolojinin gemi inşasına getirdiği yenilikler ve gemi inşa sektörümüzün ulaştığı yetenekler kullanılarak, çevre denizlerimizin şartlarına uygun, 5-6 kuvvetinde denizlerde konforlu yolculuğa imkan veren modern feribotlar inşa edilmeli ve limanlarımız arasında kullanıma sokulmalıdır. Deniz okullarımızdan mezun olan gençlerimiz bu gemilerde istihdam edilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, “gelecek denizlerdedir.”