GAÜ AKADEMİSYENİ AKYAR, CORONA SALGINI VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINI DEĞERLENDİRDİ

Haberler

GAÜ'DEN

GAÜ AKADEMİSYENİ AKYAR, CORONA SALGINI VE TÜRK DIŞ POLİTİKASINI DEĞERLENDİRDİ


Girne Amerikan Üniversitesi (GAÜ) Siyasal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Uluslararası Güvenlik Araştırmaları Merkezi Direktörü Dr. Sadık Akyar Corona Salgını ve Türk Dış Politikası konusu hakkında açıklamalarda bulundu.

Corona salgınının dünyada uluslararası ilişkileri de şekillendirdiğini ve Türkiye’nin dış politikasında bu süre zarfında bazı gelişmeler olduğu belirten Akyar, gelişmeleri şu şekilde ifade etti ;

 “Türkiye’nin Corona salgını süresince dikkat çekici dış politika hamlelerinden birisi,aralarında NATO ve AB ülkelerinin de bulunduğu 57 ülkeye ‘Kamu Diplomasisi’ kapsamında yapmış olduğu salgına karşı koruyucu sağlık malzemesi ve ekipman yardımıdır. Bu belki de şimdiye kadar yapılan en kapsamlı uygulamalardan birisidir.Fakat bu tür uygulamaların sonuçları biraz daha uzun sürelerde alınmaktadır. Çünkü böyle zamanlarda yapılan yardımları, hükümetler unutsada, özellikle o ülkeni kamuoyu unutmamaktadır. Ancak, burada şöyle bir yanılgıya düşülmemelidir. Yapılan bu yardımlar neticesinde söz konusu bu ülkelerle tüm pürüzler giderilecek, her şey en kısa sürede düzelecek diye bir beklenti içinde olmamak gerekir. Türkiye’nin yaptığı söz konusu bu dış yardımlar iç politikada daeleştiri konusu olmuştur.Bunlardan birincisi Türkiye kendi vatandaşını koruyucu maske ile buluşturamazken, yabancı ülkelere yardım olarak nasıl maske gönderebilir? diye yapılan  eleştirilerdir. Ancak bize göre Türkiye’de başta koruyucu maske olmak üzere diğer ekipmanların üretiminde bir problemi yoktur. Maalesef Türkiye’ninkendi iç dinamikleri nedeniyle bu süreci uygun yönetemediği değerlendirilmektedir.Yani bu konunun dış yardımlar ile bağlantısı bulunmamaktadır. İkinci eleştiri konusu ise, ABD’ye yapılan sağlık malzemesi ile ilgilidir. Çünkü Türkiye’nin ABD’ye yaptığı yardımların hemen akabinde, ABD’nin Suriye’de PKK terör örgütüne yaptığı sağlık malzemesi yardımı ile ilgilidir. Bu bir dış politika açmazı gibi görünsede, aslında Türkiye’nin dış ülkelere yaptığı yardımların ‘Kamu Diplomasisi” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğidir. Yani bu yardımların hedefi ilgili ülkelerdeki hükümet veya politikacılar değil, o ülkelerin kamuoyudur. Dolayısıyla bu konunun bu şekilde gözönünde bulundurulması ve sonuçlarının uzun vadede görüleceği unutulmamalıdır.

Akyar; Türkiye’nin salgın esnasında başlattığı diğer bir inisiyatifim yaklaşık 26 ülke ile birlikte Corona salgını için yaptığı iş birliği olduğunu ve Türkiye yine bu kapsamda İslam Teşkilatı İşbirliği’ne de öncülük etmiş olduğunu belirtti.

 Akyar açıklamalarının devamında; “Bize göre bu yardımların yapılmasına belki birkaç ülke daha ilave edilerek, salgının getirdiği kriz ortamında ilişkilerde bir ihtimal yumuşama sağlanabilirdi.  Bu ülkelere özellikle ilişkilerimizin istenen seviyede olmadığı; Suriye, BAE, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler dahil edilebilirdi. Bu girişim için yine de çok geç kalınmadığı değerlendirilmektedir. Sonuç olarak söz konusu yardımların amacına ulaşıp ulaşmadığı önümüzdeki dönemde ve uzun vadede görülecektir.

Salgın süresince Suriye’de durağan bir politika gözlemlenmiştir. Sadece son zamanlarda, Afrin bölgesinde yapılan bombalı saldırı ve M-4 otoyolunda Türkiye-Rusya ortak devriyelerinin engellenmesi gündeme gelmiştir. Ayrıca Barış Pınarı harekât alanında birliklerimize sızma girişiminde bulunan çok sayıda PKK terör örgütü mensubu etkisiz hale getirilmiştir. Salgın öncesi belki de Yemen ile birlikte en hareketli kriz bölgelerinden olan Suriye’de şu anda durağan bir durumun yaşanması hayatın normal akışının dışında gibi durmaktadır. Esad ile ilgili son zamanlarda çıkan haberlere baktığımızda, Suriye’de Esad döneminin aniden kapanabileceği veya başka gelişmelerin olabileceğini belirtebiliriz. Çünkü Suriye için bu kadar sessizlik normal gibi durmamaktadır.

Bu arada Kandil bölgesine TSK’nın geçen yıl başlattığı ‘Pençe Harekât’ serileri devam etmektedir. Şu anda bizlerin ve kamuoyunun ilgisi Suriye ve Doğu Akdeniz’e odaklandığından bu bölge gözümüzden kaçmaktadır. Son zamanlarda bu bölgede PKK terör örgütüne bir hayli zayiat verdirilmekte, özellikle üst düzey yönetici teröristler nokta operasyonları ile etkisiz hale getirilmektedir. Ayrıca burada işlerin iyiye gittiğinin diğer bir göstergesi de Barzani Yönetimi’nin şu anda örgüte en azından desteğini kestiğidir. Hatta, K.Irak’tan Kandil bölgesine giden yolları dahi kontrol ettiğine yönelik haberler çıkmaktadır. Dolayısıyla bir gün aniden TSK’nın Kandil’e girerek bölgeyi kontrol altına aldığı haberleri ile karşılaşırsak şaşırmamamız gerekir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz Libya ve Kıbrıs’da askeri güç destekli faaliyetleri devam etmektedir. Türkiye Libya’da bulunan unsurlarına olası bir müdahale ve BM’nin meşru olarak tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’ne gerekli desteği nasıl sağlayacağını, hava ve deniz kuvvetleri unsurlarının geniş katılımı ile gerçekleştirdiği tatbikat ile denemiştir. Bu tatbikat ve eğitim Libya ile ilgilenen devletler tarafından yakınen takip edilmiş, hatta Türkiye Libya’ya müdahale mi ediyor diye açıklamalar dahi yapılmıştır.  Ayrıca Türkiye UMH’ne desteğini özellikle İHA/SİHA kapsamında artırdığı yönünde haberler uluslararası medyada paylaşılmıştır. Türkiye’nin yaptığı tatbikat, UMH’ne desteğini artırması sonucunda Hafter güçleri gerilemiştir.  Hafter ise bu gerileme neticesinde durumunu güçlendirmek için kendisini Libya Devlet Başkanı olarak ilan etmiştir. Ancak Hafter’in bu açıklaması O’na destek veren Rusya ve Fransa gibi ülkelerde dahi tepkiyle karşılanmıştır.Yani Hafter’in bu hamlesi kendisine sıkıntı yaratmıştır.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin yeni hamlesi ise, Kıbrıs’ın güneyinde kendi Kıta Sahanlığı içerisinde Yavuz sondaj gemisi ile Selçuklu-1 kuyusunda sondaj faaliyetine başlamasıdır. Yavuz gemisine askeri unsurlar hem denizde , hem de havada yakınen destek sağlamaktadır. GKRY ve Yunanistan’ın Türkiye’nin bu hamlelerine karşı arayışları da devam etmektedir. Enson olarak GKRY Lübnan, Fransa ile Akdeniz’de işbirliği anlaşması imzalamıştır. Yunanistan ise Suriye ile ilişkilerini artırmak için Şam’da diplomatik misyon açmak için gayretlerini artırmıştır.Daha önce Libya’daki darbeci generalHafter’in de Suriye’de büyükelçilik açacağına yönelik haberlerin çıkması, Türkiye’ye karşı Yunanistan- Hafter yönetimi  ve Suriye birlikteliğinin habercisi olarak algılanabilir. Yunanistan ayrıca AB’ye, Libya’ya denizden abluka uygulanmasına çalışmakta, böylece  Türkiye’nin bölgede bulunan unsurları ile irtibatını kesmek istemektedir. Yunanistan ayrıca EastMed boru hattı projesinin realize olması için de girişimlerde bulunmaktadır. GKRY ve Yunanistan’ın tüm bu çabalarına rağmen İtalyan ENI ve Fransız Total firmaları GKRY’nin sözde MEB altı numaralı parselinde faaliyette bulunmayacaklarını açıklamışlardır. Sonuç olarak Türkiye Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs ve Libya’da askeri  faaliyetlerini artırmıştır.

Corona salgını süresince Ege’de yeni bir gündem oluşmuştur. Bu gündem Lozan anlaşması ve 1947 Paris anlaşması ile Yunanistan’a devredilen 23 adanın silahlandırıldığı ve bu nedenle anlaşmalarda yer alan ‘gayri askeri’ statüsünün bozulduğu bu nedenle devir şartlarının da tartışmalı hale geldiği konusudur. Diğer bir konu ise Türkiye’nin uzun yıllardır gündeminde olmasına rağmen uluslararası arenada yüksek sesle gündeme getirmediği ‘Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) konusudur. Her iki konu halen Dz.K.K.lığı Kur.Bşk. görevinde bulunan Tümamiral Cihat Yaycı tarafından yazılan  kitap ile gündeme gelmiştir. Her ne kadar her iki konu resmi makamlarca gündeme getirilmese de, yetkili bir makam sahibi tarafından yazılan bir kitapta beliritildiği için, gündeme oturmuş ve Yunanistan’da da paniğe neden olmuştur. Bu nedenle son zamanlarda Yunanistan tarafından bu adaların üzerlerinde Türk savaş uçaklarının uçuş yaptığı, VIP hava araçlarına tacizler yapıldığına yönelik iddialar ortaya atılmaktadır. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde Doğu Akdeniz ile birlikte Ege’de Yunanistan ile çeşitli gerginlikler yaşanabilir.

Anlaşılacağı üzere Türkiye son zamanlarda sorunlu bölgelerde daha çok ‘hard power’ dediğimiz askeri gücü kullanarak politika geliştirmektedir. Ancak, Yunanistan ve GKRY’ninTürkiye’ye coğrafi olarak daha yakın olan ve aramızda sorun ülkeler ile başlattığı diplomatik hamlelerini bir türlü dengelememiz gerektiğidir. Bu nedenle Suriye ve Doğu Akdeniz’de yürüttüğümüz askeri harekatları diplomatik alanda ‘soft power-yumuşak güç’ile destekleyebilmemiz için, birinci aşamada Suriye, Mısır ve İsrail, ikinci aşamada ise BAE ve Suudi Arabistan ile diplomatik ilişkilerimizi bir an önce artırılması Türkiye’ye askeri, ekonomik ve diplomatik sahada hareket serbestisi sağlayacaktır. Ayrıca bu diplomatik gayretlere, KKTC’nin Corona virüs salgını esnasında ambargo ve izalosyonlara rağmen, salgını yönetme başarısı gündeme getirilerek, tanınması veya en azından bazı ambargo ve izolasyonların kaldırılması dahil edilebilir.

Bir de ABD ile başta S-400 ve buna bağlı olarak F-35 uçakları konusu gündemdeki yerini korumaktadır. Dolayısıyla bu konuların, Türkiye ekonomisine negatif etki yapmaması için gerekli önlemler alınmalıdır. ABD ve Avrupa ülkelerinin Corona virüsü salgınının çıkış noktası olarak Çin’i suçlaması nedeniyle, salgın sonrası ufukta ikinci ABD-Çin ticaret savaşı gözükmektedir. Bu savaşa bazı Avrupa ülkeleri de katılabilir. Bu nedenle, Türkiye ABD ve Avrupa’nın ihtiyacı olan dış ticaret boşluğunu kapatmak için gerekli çalışmalara şimdiden başlamalıdır. Bu gelişme ekonominin kısa zamanda toparlanması için bir fırsat yaratabilir.

 Akyar; “Dolayısıyla yapılan tüm bu dış politika hamlelerinden  sonuç alınabilmesi için,Corona salgınının etkisiyle belirgenleşen ekonomik problemlerin yönetilmesi gerekmektedir.Ulu önder Atatürk’ün belirttiği gibi ‘Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, iktisadi zaferlerle desteklenmezlerse, kalıcı olamaz ve az zamanda söner’ ifadelerini kullandı.